“Kes şunu!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı küçük bir kız.
“Evet!” diye haykırdı diğer kız. “Geri çekil!”
Ormanın uzak köşesinden ileriye doğru baktığımda, bir grup küçük kız çocuğunun el ele tutuşarak az önce yaptıkları bir çadırın önünde duvara benzeyen bir şey oluşturduklarını gördüm. Tam önlerinde, yüzü pancar gibi kıpkırmızı olmuş küçük bir oğlan çocuğu duruyordu. Çocuk resmen tepeden tırnağa titriyordu.
“Hayır, çekilmeyeceğim!” diye bağırdı onlara. “Oynamama izin vermeniz gerekiyor! Kurallar böyle!” Tehlikeli bir şekilde onlara doğru yaklaştı.
Çocukları gözlemleyen yetişkinler endişeli bakışlarla bana doğru baktılar. Onlara, gözlemlemelerini ama ağaçların arasına yakın ve gizli kalmalarını söyledim. Bu sırada gizli gizli, “Acaba şu an müdahale etmeli miyiz?” diye düşünüyordum. Ama içimden bir ses beklememi söylüyordu. Küçük oğlan çocuğu birdenbire yukarı doğru uzandı ve çadırlarının bir parçasını yırtıverdi. “Yapma, dur!” diye bağırdı kızlardan biri. Geri adım atmadılar. Birkaç küçük kız daha geldi ve onlarla birlikte bir duvar oluşturdu. Küçük oğlan çocuğu birden çadırlarının içine girdi ve içeride sakladıkları “değerli taşları” alıp koşarak kaçtı.
Kızlar birbirlerinin ellerini bıraktı ve kaçan çocuğun peşinden onu kovalamaya başladılar. Çocuğu yakalamak için ağaçların etrafında dönüp durdular. Sonunda çocuk bir engele denk geldi ve durup yüzünü onlara doğru döndü. Ellerini uzattı ve “Tamam! Alın bakalım!” dedi. Çaldığı taşları geri iade etti, öfkeyle onlardan uzaklaştı ve en sonunda gidip somurtkan bir şekilde eski bir meşe ağacının önünde oturdu. Kızlar çadırlarının içinde evcilik oyunlarına kaldıkları yerden devam ettiler.
İki dakika bile geçmeden çadır grubunun içindeki kız çocuklarından biri, oğlan çocuğunun oturduğu yere doğru yürüdü. İzleyen her yetişkini şaşırtan bir şey yaptı. Gidip onun yanına oturdu. Gözünün içine baktı ve yavaş bir sesle onunla konuşmaya başladı. Oğlan çocuğu sesini tekrar yükseltmeye başladı. Kız, sabırlı bir şekilde parmak kaldırdı ve bağırmasının bitmesini bekledi. Oğlan sonunda sessizleşti. Birkaç dakika sonra birlikte ayağa kalktılar. Kız oğlanın elini tuttu ve onu çadırdaki kız grubunun yanına doğru götürdü. Oğlan onlara bir şeyler söyledi ve kızlar onu oyuna davet ettiler.
sıte ıcınPeki ya çocukları izleyen yetişkinler hemen müdahale etselerdi? Ya ufacık bir anlaşmazlık işareti görür görmez hemen olaya girselerdi? “Uslu olun kızlar. Onun da oynamasına izin verin” diyebilirdik. Ya da oğlan çocuğuna bağırmayı bırakmasını söyleyip ona, bunun bir oyuna dahil olmak için hiç de iyi bir yol olmadığını açıklayabilirdik. Ama bu şekilde neyi başaracaktık?
Bu çocuklar dakikalar içinde çok önemli hayat dersleri öğrendi: Denemesi ve çocuklara öğretmesi oldukça eziyetli olan sosyal ve duygusal becerileri. Bu gerçek yaşam deneyimi sayesinde çocuklar kendilerini nasıl savunacaklarını, öfkeyi ve hayal kırıklığını nasıl ele alacaklarını ve en önemlisi empatiyi öğrendiler.
Empati duyuyor rolü yapamazsınız! Ya da çocuklara saatler boyunca diğer çocukları da oyuna dahil etmenin ne kadar önemli olduğu üzerine ders veremezsiniz. Çocuklar bu tür şeyleri pratikle öğrenmeli. Hem de bir sürü pratik! Bu pratik en iyi, diğer çocuklarla birlikte oynadıkları gündelik oyunlarla yapılır. Özellikle de çocukların amaçsızca dolaştığı, keşfettiği ve yetişkin dünyasından uzakta kalarak oynadığı açık havada.
Bugün çocukların çoğu zamanlarının büyük çoğunluğunu kapalı alanlarda ve yetişkinlerin doğrudan denetimi altında geçiriyorlar. Hem okulda hem de okul dışında çocukların uyanık geçirdikleri her saati dikte ediyoruz. Oyun fırsatları bile iyi niyetli yetişkinler tarafından düzenleniyor ve kontrol ediliyor. Bir saat süren teneffüsleri, 20 dakikalık kurallarla dolu hareket fırsatlarına indirildi.
Çocuklara ne yapabilecekleri ve ne yapamayacakları söylenirken, kovalamaca ve saklambaç gibi pek çok geleneksel oyun artık birer nostalji olmaya başladı. Çocukları eğlendirmek, mutlu etmek ve güvende tutmak için yetişkinler tarafından oyun grupları düzenlendi. Bir zamanlar çocuklar için geleneksel olan şeyler (mahalledeki deniz ya da nehir kenarına gidip suda oyun oynamak gibi), tamamen ticari olan ve beceri geliştirmeyi vaat eden aktivitelere dönüştü.
Bu arada öğretmenler de çok sayıda çocuğun okulda duygularını regüle etme konusunda sorun yaşadığını, yetki alma konusunda bocaladığını ve karşılaştıkları neredeyse her zorlukta sürekli yetişkin güvencesi aradığını bildirmeye başladı. “Sürekli birbirlerini ispiyonluyorlar” diyor bir öğretmen. Bir başkası ise “Bu günlerde bir yetişkinden sürekli rehberlik almayan bir çocuk görmek neredeyse imkansız” diyor.
Ancak ironik bir şekilde çocuklarımızı daha zeki, daha uslu, daha özgüvenli ve daha sosyal yapmayı iddia eden organize programlara onları yazdırmaya ve bu konularda bilgi aramaya devam ediyoruz.
Gerçek şu ki yetişkin tarafından yönetilen hiçbir program mükemmel değildir. Çoğu da çocuklara bu becerileri veremeyecektir. Çocuklar, birbirleriyle nasıl sosyal olarak etkileşime gireceklerini, yeni durumlar karşısında nasıl özgüvenli ve yetkin olabileceklerini ve cömertlik ve nezaket gibi güçlü karakter özelliklerini nasıl geliştirebileceklerini ilk elden deneyimlemeli ve öğrenmeliler. Tıpkı yeni motor becerileri öğrenirken olduğu gibi çocuklar, kendileri tarafından yönetilen oyun deneyimlerini ne kadar fazla yaşarlarsa, farklı sosyal durumlarda o kadar rahat olurlar.
Eğer çocukların gerçekten her gün hem okulda hem de okul dışında arkadaşlarıyla saatlerce oyun oynayacak kadar zamanları olursa; uzlaşma, karşılıklı alışveriş, problem çözme, empati, nezaket, paylaşma, şefkat ve çok daha fazlasını öğreneceklerdir. Yapmamız gereken tek şey, çocuklar arasındaki her etkileşimin her sonucunu çılgınca kontrol etmeyi bırakmak. Geri çekilip çocukların oyun oynamalarına izin vermemizin zamanı geldi artık. Çünkü gerçek dünyayla başa çıkmayı öğrenmelerinin tek yolu bu.
© 2015 Microsoft Koşullar Gizlilik ve tanımlama bilgileri Geliştiriciler Türkçe